Aktar: Milliyetçilik, seçim bitince geçecek bir hastalık değil


 RONİ ARAM

Siyaset Bilimci Cengiz Aktar’a göre AKP’nin seçim yaklaştıkça artırdığı milliyetçi dil ve söylemler, seçimden sonra da ortadan kalkacak gibi durmuyor.
“Rejim freni patlamış hareket hâlinde bir dev kamyon” diyen Siyaset Bilimci Cengiz Aktar, AKP’nin içeride olduğu kadar dışarıda da ikili ve çok taraflı ilişkileri yok saydığını belirtiyor. Efrin savaşı ve seçime yönelik milliyetçilik stratejisini değerlendiren Aktar, izlenen bu yolun bir şekilde ciddi biçimde alıcısı olduğunun da altını çiziyor.
“Erdoğan’ın içeride ve dışarıda gerilimi daima diri tutma âdeti var ve bunun ilelebet süreceğini düşünüyorum” diyen Cengiz Aktar ile AKP’nin seçime yönelik oluşturduğu stratejileri, ülke genelinde esen milliyetçi havayı ve her geçen gün daha fazla dikta rejimine dönüşen Türkiye’nin siyasi durumunu konuştuk.
AKP dönem dönem milliyetçilik kartını her daim siyaset arenasına sürdü. Şimdiyse hem Efrin Savaşı sırasında daha da el yükseltti hem de MHP ile yaptığı ‘Cumhur İttifakı’ ile bunu daha da somutlaştırdı. Erdoğan ve AKP’nin bu kadar milliyetçi bir cephe oluşturmasının arkasında dönem itibariyle nasıl bir amaç yatıyor?
Milliyetçiliğe görülmemiş bir rol atfederek politika belirlemek genellikle seçim yatırımı olarak tahlil ediliyor. Bu tahlilde elbet de doğru bir yan var ancak bu milliyetçi savruluşun seçimlerin ötesinde alıcısı da var, hem de az değil. Efrin’in işgâli esnasında ve sonrasında medyanın ezici çoğunluğuna ve sosyal medyaya hâkim olan nefret dili bu milliyetçi savruluşun sonucu. Dolayısıyla milliyetçilik, seçim bitince geçecek bir hastalık değil.
Öte yandan Erdoğan’ın Mersin’de bozkurt işareti yapması da bu dönemin simgelerinden olarak okunabilir. Bu tarz milliyetçi seçmene oynama CHP tarafından da izlenen bir yol oldu. Kılıçdaroğlu da Adalet Yürüyüşü’nde bu işareti yaptı. Bunlar arasındaki fark nedir? Milliyetçilik bu ülkede nasıl bir dinamizme sahip ki her yandan çekiştiriliyor sizce?
CHP kimilerinin hâlâ sandığı gibi sosyal demokrat filan değil düpedüz sağcı ve milliyetçi bir partidir. Diğer marazı da devlet partisi olmasıdır. Hiçbir koşulda devletçi çizginin dışına çıkmaz, çıkamaz. Parti içinde aklı başında birkaç insanı tenzih ederek söylüyorum, CHP’nin yönetimi ne de tabanı Türkiye’nin dertlerine deva olma donanımına sahip değildir. Rejimin göstermelik muhalefeti sıfatıyla vekil ve/veya belediye başkanı maaşlarını almak onlara yeter.
Sünnî Müslüman ve Türk olan veya olduğu varsayılan çok geniş kitlenin yurtiçinde veya yurtdışında kendinden olmayanı tamamen dışlayan dünya görüşünün adıdır milliyetçilik Türkiye’de.
Milliyetçiliğin yeniden güncel tutulmasına sebep olan da Efrin işgaliydi. Recep Tayyip Erdoğan’ın işgalin hemen ardından ‘metal yorgunluğu bitti artık Afrin’le dirilişe geçiyoruz’ sözleri bu savaşa destek verenleri bile huzursuz etti. Peki, sizce de Erdoğan böyle bir dirilişi en azından 15 Temmuz benzeri bir havayı yakaladı mı?
Kimi uzmanlar ‘Afrin Zaferi’ ile elde edilen ivmenin sandığa birebir yansımayacağını belirtiyor. Ne var ki iş Efrin’le bitecek gibi de görünmüyor. Erdoğan’ın içeride ve dışarıda gerilimi daima diri tutma âdeti var ve bunun ilelebet süreceğini düşünüyorum. Zira seçim kazanılsa da halka sürekli adrenalin vermek gerekecek, devasa sorunları unutabilmesi için.
Peki, sizce AKP ve MHP ittifakı nasıl bir başarı sağlar?
Erdoğan’ın seçim kaybetme lüksü yok. Seçim sistemi seçimi kazanmak üzere baştan aşağıya yeniden dizayn edildi. Cumhur İttifakı bu seçim mühendisliğinin sadece bir parçası.
Erdoğan meşruiyetini çoğu kez şeffaflığı sorgulanan seçimlere dayandırdı, bugün yeniden bir seçim neyi değiştirecek?
Bir kez daha kazanılacak seçimler hiçbir şeyi değiştirmeyecek elbette. Hatta mucize olsa, seçimi muhalefet kazansa dahî bir şey değişmeyecek zira HDP ve aklı başında bir avuç CHP’linin dışında sorunlara çare, çözüm üretebilecek bir siyasî parti, söylem, hareket Türkiye’de mevcut değil.
Siz boykotu bir seçenek olarak gördüğünüzü yazınızda belirtmişsiniz. Peki, yaygın olmayan bir boykotun etkisi düşük olmaz mı?
Boykotun yaygın olması tabii önemli ama ben boykotu bir seçim alternatifi olarak görmüyorum, seçimsizliğin reddiyesi olarak görüyorum. Cumhurbaşkanlığı Sistemi denen hukukî ucubenin seçimini, tamamen işlevsizleştirilmiş yasamanın seçimini ve merkezin tam vesayeti altına alınan yerel yönetimin seçimini reddetmek olarak görüyorum.
Boykot tartışması temsilî demokrasi sisteminin içinde değil, temsilî demokrasi iğdiş edildiği ölçüde, o sistemin dışında cereyan etmesi gereken bir tartışmadır.
Ve eğer boykot, içi boşaltılmış ve sadece rejimin meşruiyet kaynağı hâline getirilmiş ‘seçime’ karşı güçlü bir ses olursa bu; tam biat etmiş medyanın boykotu ile birlikte, geniş çaplı sivil itaatsizliğin milâdı olabilir…
Doğan Medya’nın satılması medyanın neredeyse tekel haline gelmesi hep seçim hazırlığı olarak görüldü. AKP bu kadar çok şeye hâkimken neden buna ihtiyaç duydu? Tamamen garanti altına almak için mi yoksa bir yerlerde ciddi bir açık olduğunu mu düşünüyor?
Doğan Medya çoktandır muhalif değildi. Birkaç farklı, çatlak ses ciddî bir muhalefet için gayet yetersizdi. Ne var ki bu bile yetmedi. Her toplumsal faaliyet için olduğu gibi rejimin total bir kontrol hedefi var. Biat etmiş olsa da hâlâ tam kontrolü dışında olan bir Doğan Medya’ya müsamaha göstermesi mümkün değildi.
Sivil vatandaşların yıllık mermi kullanımı 200’den 1000’e çıkarıldı. Birçok AKP’li bürokrat silahlanma konusunda beyanat verdi. Çıkarılan KHK ile 15 Temmuz ve sonrası ‘darbe, eylem vb.’ protestoları engelleyen vatandaşlara cezasızlık getirildi. Tüm bunlar olası bir seçim kaybında ortaya çıkabilecek bir iç savaşın ipuçları gibi okunabilir mi?
Bugüne kadar alınan bütün önlemler, yapılan bütün hesaplar yetersiz kalırsa, daha önceki seçimlerde alenen yapıldığı gibi yaygın hileye başvurulabilir; bu da yetmezse rejimin gayriresmî kolluk kuvvetlerine başvurulması mümkündür. Tepeden tırnağa silahlı bir halkın kurşun kotasının artırılması hayra alamet değil. İstihbaratı kuvvetli olan İyi Parti devamlı bu konuyu işliyor mâlum. Nitekim rejim silâhlı gücün tekeline (asker/polis) ilâveten SADAT benzeri milisler, kefenliler ve mafya gibi gayriresmî desteği de arkasına almış bulunuyor. Bu çerçevede, topluma iyice sinmiş bulunan korku faktörünü de hatırda tutmak gerekiyor. Maazallah diyelim…
Erdoğan iç siyasette sertleştikçe ve millileştikçe dışarıda da kırılmalar yaşıyor. Belki Avrupa ya da ABD gerçekten Türkiye’deki demokrasi sorunu çok dert etmiyor ama AKP rejimi dışarıda da şahane bir tablo ortaya koymuyor. Bu siyaset dengesizliği açısından ne düşünüyorsunuz?
Türkiye ile ilgili iç ve dış bütün denge ve denetleme mekanizmaları akamete uğradı. Rejim freni patlamış hareket hâlinde bir dev kamyon. BM, AB, Avrupa Konseyi, AİHM, NATO 1945 sonrası kurulan düzenin tüm uluslararası işbirliği mekanizmaları rejim tarafından itilip kakılıyor. Çok taraflı ilişkilerdeki fiyasko, ikili ilişkiler için de geçerli. Önemli bütün Avrupa ülkeleri ve ABD sürekli diplomatik teamüllere aykırı biçimde tehdit ediliyor. Rusya ve bölge ülkeleriyle ilişkiler daha iyi değil. Yunanistan ve Kıbrıs’la çok tehlikeli gerginlik yaşanıyor. İsrail, Mısır, İran, Suud, Emirlikler, Irak, Libya ve Mağrip ülkeleriyle ilişkiler yapıcı değil.
Hiçbir ülke ne kadar azametli ve güçlü olursa olsun bu kadar çok cephede mücadele edemez. Sanıyorum ki, berbat ekonomik gidişatla birlikte dış politika fiyaskoları Türkiye’yi çok fena zorlayacak. Ama bundan illâki rejimin sona ereceği sonucu çıkartılmamalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MİT yöneticileri itiraf etti: İşte MİT’in gazetecileri

Dünyayı değiştiren 17 kadın bilim insanı

Komalên Jinên Ciwan ve Komalên Ciwan, Nurhak Boran'ı andı